NÜKLEER GERÇEKTEN İKLİM KRİZİNE ÇARE Mİ?
- Ersin Dedekoca
- 7 Nis
- 15 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Nis
Her yıl olduğu gibi nükleer endüstrinin durumunu /eğilimlerini değerlendiren, nükleer santral verilerinin kapsamlı bir genel görünümünü sunan Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu 2024-DNEDR2024 (WNISR2024 ) yakınlarda yayınlandı.[1]
Söz konusu raporun yayınlanması, küresel ısınma ve kuraklığı önleyebilme bağlamında “temiz enerji” kullanımını artırma çalışmaları yapılan İklim Zirveleri bizi, bu yazımızda küresel ve ülkemiz ölçeğinde “nükleer enerji” konusunu ele almaya yöneltti.
DNEDR2024’ÜN İÇERİĞİ
DNEDR, operasyon, üretim, filo yaşı ve inşaat hakkındaki bilgiler de dâhil olmak üzere mevcut ve potansiyel yeni inşa programlarının durumunu ele almakta, özellikle ülkenin ilk nükleer santralinin devam eden inşaatına “kritik bağlamda” yaklaşmaktadır. Raporun bir bölümü, Afrika'daki nükleere yeni giren ülkelerdeki dağıtım için hedeflere ve beklentilere ayrılmışken; diğer yandan Tayvan’daki, nükleer uygulamasını kademeli olarak kaldırma politikasının mevcut durumunu ve uygulanmasını ele almaktadır.
DNEDR 2024 ayrıca, güneş/rüzgâr gibi “yenilenebilir enerji kaynakları ve bunları depolamanın, nükleer sektöre karşı artan “rekabet baskılarının” nasıl oluşturduğunu değerlendirmektedir. Özel odaklı bir diğer bölümünde de, Rus tasarımı “yakıt tertibatı üretimi” üzerine bir vak’a çalışmasıyla, küresel nükleer sektörünün Rusya bağımlılıklarının; ABD'de silahlar için trityum üretimi vak’a çalışmasına dayalı sivil enerji santrallerinin “militer” nitelik kazanmasının analizlerine ve bu gelişmenin nasıl vergi ödeyenlerin bilmeden sivil ve askeri nükleer kuruluşları sübvanse ettiğinin tartışılmasına yer verilmektedir.
Keza Raporun “Devre Dışı Bırakma/The Decommissioning Status” bölümünde de, şimdilerde kapalı olan 210'dan fazla nükleer güç reaktörünün mevcut durumuna bakılmakta, bunun dünyadaki tüm üretimde olan ünitelerin üçte birine yakın bölümüne karşılık geldiği tespiti yapılmaktadır.
Rapordan Satır Başları
- 1996 yılında nükleer santrallar küresel elektrik üretiminin yüzde 17,5’ini karşılarken, bu oran 2023 yılında yüzde 9,15’e geriledi.
- 2005 - 2024 yılları arasında 104 yeni nükleer reaktör işletmeye alınırken 101 tanesi de kapatıldı. Bu 104 reaktörlerin 51’i Çin’de kuruldu. Bu durumda, Çin’i hesaba katmazsanız aynı dönemde dünyada faaliyet dışı kalan reaktör sayısı yeni devreye girenlerden 48 adet fazla.
- Nükleer santralların toplam elektrik üretimi 2023’te 2600 TWh olup, 2006 yılındaki “zirvenin” 60 TWh gerisinde.
- 2002 sonunda dünyada 438 nükleer reaktör çalışıyorken, bu sayı 2024’de bu rakam 411’e düştü.
- Hâlihazırda yapımı süren reaktör sayısı, 29 ‘ü Çin’de olmak üzere 61’dir.
- Günümüzde dünyada faaliyet gösteren reaktörlerin yaş ortalaması 32’yi geçmekte olup, oldukça yaşlıdır. Bu ortalama ABD’de 43’ü, Fransa’da ise 39’u bulmakta.
- Yaşlı reaktörlerin üretim rakamları giderek düşmekte. Fransa ve Belçika örneklerinde görüldüğü gibi, iki ülkede de filo ilk 10-15 yılda yüksek üretim rakamlarına ulaşırken, yaşlandıkça yaklaşık yüzde 20 oranında daha az üretim yapar hale gelmişler.
- Nükleer reaktör inşaatlarında maliyeti artıran faktörlerin başında yapım sürelerinin uzaması gelmektedir. Yapımı süren 61 reaktörden 24’ü gecikmiş durumda. Akkuyu’daki 4 reaktör de bu listededir. Bu konuda en iyi örnek olarak gösterilen Çin de bile gecikmeler daha sık görülmeye başlanmış. İşletme literatüründe bilinenin aksine, daha çok reaktör yaptıkça maliyetlerin ucuzlaması, yapım süresinin kısalmasını beklenirken, nükleer alanda tersi yaşanmakta.
- ABD ve Fransa’nın başını çektiği, “2050’ye kadar kurulu nükleer enerji gücünü üçe katlama” çağrısının ardında, iklim krizinden çok jeopolitik nedenler olduğu; bu çağrıyı yapan ülkelerin çoğunda, ABD ve Fransa da dâhil olmak üzere, hâlihazırda yapımı süren bir nükleer reaktör bile olmadığı belirtilmekte.
- Dünyada nükleer santral yapımında Rus ve Çinli firmaların açık hâkimiyeti bulunmakta. G. Kore ve İngiltere’deki ikişer ünite dışında geri kalan tüm reaktörleri bu iki ülkenin firmaları yapmakta. Bu da Batı’da sıkça dillendirilen “nükleer enerji geri geliyor” iddiasının karşısına, “kim yapabilecek?” sorusunu getirmekte. Bu bağlamda ABD veya Avrupa’nın ambargoları yüzünden Rusya veya Çin’in nükleer reaktör yapamayacağı, G. Kore’nin KHNP’si ve Fransız EDF’nin de zaten ciddi borç yükü altında olduğuna vurgulanmakta.
- Nükleer santraldan elektrik üretmenin maliyeti son 15 yılda yüzde 49 oranında artarken, güneşte yüzde 83, rüzgârda yüzde 63 oranında azalmış. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre batarya destekli güneş elektriğinin maliyeti bile şimdiden nükleerden ucuz ve 2030’da kilovatsaat başına 4,5 sentlere kadar düşecek.
- AB’de rüzgâr ve güneşin toplam elektrik üretimi nükleeri çoktan geçmiş durumda. Çin’de ise güneş enerjisinden üretilen elektrik ülkedeki tüm nükleer santralların üretiminden fazla. Rüzgâr santralları da nükleer santralların toplam üretiminin iki katı kadar elektrik üretiyor.
KISACA ENERJİ ve ENERJİ TÜRLERİ/KAYNAKLARI
Enerji, iş yapabilme yeteneği olarak tanımlanır ve doğada farklı biçimlerde bulunur. Keza enerji yaratılamaz ve yok edilemez; üretilemez ama biçim değiştirebilir, bir biçimden diğerine dönüşebilir. Başlıca enerji türleri şunlardır:
- Kinetik Enerji: Hareket halindeki cisimlerin sahip olduğu enerjidir. Bir cismin kütlesi ve hızı arttıkça kinetik enerjisi de artar. Örneğin, hareket eden bir araba veya koşan bir kişi kinetik enerjiye sahiptir.
- Potansiyel Enerji: Cisimlerin konumları veya durumları nedeniyle sahip oldukları depolanmış enerjidir. Bir cismin yüksek bir konumda bulunması veya bir yayın gerilmesi potansiyel enerji örneklerindendir.
- Isı (Termal) Enerjisi: Maddelerin atom ve moleküllerinin rastgele hareketlerinden kaynaklanan enerjidir. Sıcaklık arttıkça, maddelerin ısı enerjisi de artar.
- Kimyasal Enerji: Moleküller arasındaki kimyasal bağların oluşumu ve yıkılması sırasında açığa çıkan enerjidir. Yakıtların yanması veya besinlerin metabolizması sırasında kimyasal enerji kullanılır.
- Elektrik Enerjisi: Elektrik yüklerinin hareketi sonucu oluşan enerjidir. Elektrikli cihazların çalışması için gerekli olan enerji türüdür.
- Nükleer Enerji: Atom çekirdeklerinin bölünmesi (fisyon) veya birleşmesi (füzyon) sırasında açığa çıkan yüksek miktardaki enerjidir. Nükleer santrallerde elektrik üretiminde kullanılır.
- Işık (Elektromanyetik) Enerjisi: Elektromanyetik dalgalar aracılığıyla taşınan enerjidir. Güneş ışığı, radyo dalgaları ve X-ışınları bu enerji türüne örnektir.
- Ses Enerjisi: Maddelerin titreşimi sonucu oluşan ve dalgalar halinde yayılan enerjidir. Konuşma, müzik ve diğer sesler bu enerji türüne örnektir.
Yukarda da belirttiğimiz gibi bu enerji türleri, doğada birbirine dönüşebilir ve çeşitli süreçlerde farklı şekillerde karşımıza çıkar.
· Dünyada Enerji Kaynakları Payları
Dünya genelinde enerji tüketimi, farklı kaynakların çeşitli oranlarda kullanımına dayanmaktadır. 2023 yılsonu itibarıyla küresel elektrik üretiminde “yenilenebilir enerji” kaynaklarının payı ilk kez yüzde 30'u aşmıştır. Bu artışta güneş ve rüzgâr enerjisi önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda güneş enerjisinin payı yüzde 5,5'e, rüzgâr enerjisinin payı ise yüzde 7,8'e ulaşmıştır. Hidroelektrik kaynaklar yüzde 14,3'lük bir paya sahipken, biyoenerji kaynakları yüzde 2,4'lük bir orana sahiptir.
Fosil yakıtların elektrik üretimindeki payı ise “azalma” eğilimindedir. Kömürün payı yüzde 35,4, doğal gazın payı yüzde 22,5 olarak gerçekleşmiştir. Nükleer enerji ise toplam elektrik üretiminin yüzde 9,1'ini karşılamaktadır.
2022-23 verilerine göre dünya genelinde birincil enerji tüketimi içinde farklı kaynakların payları şu şekildedir:
🔹 Fosil Yakıtlar (yüzde 80,5)
- Petrol: yüzde 31
- Kömür: yüzde 27
- Doğal gaz: yüzde 22,5
🔹 Yenilenebilir Enerji Kaynakları (yüzde 11-12)
- Hidroelektrik: yüzde 6,5
- Rüzgâr ve güneş enerjisi: yüzde 5,5
🔹 Nükleer Enerji: %4,5
Bu veriler, fosil yakıtlar hâlâ enerji tüketiminde baskın durumda olsa da, yenilenebilir enerji kaynakları hızla artış göstermektedir. Özellikle güneş ve rüzgâr enerjisinin payı her yıl büyümekte, buna karşılık kömür ve doğal gazın payı ise düşüş eğilimindedir. Diğer yandan, elektrik üretiminde yenilenebilir kaynakların payı daha yüksek, ancak ulaşım ve sanayide petrol ve gaz kullanımı hâlâ yaygındır.[2]
Önümüzdeki yıllarda, teknolojik gelişmeler ve çevre politikaları sayesinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının daha da artması beklenmektedir.
TÜRKİYE’DE ENERJİ KAYNAKLARI
Türkiye, enerji ihtiyacını karşılamak için çeşitli kaynaklardan faydalanmaktadır. Bu kaynaklar genel olarak iki ana başlıkta toplanır: fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji kaynakları.
· Fosil Yakıtlar:
- Taşkömürü: Zonguldak, Amasra ve Ereğli bölgelerinde çıkarılan taşkömürü, özellikle demir-çelik sanayisinde enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır.
- Linyit: Türkiye'nin birçok bölgesinde bulunan linyit rezervleri, enerji üretiminde önemli bir paya sahiptir. Afşin-Elbistan, Soma ve Tunçbilek gibi bölgelerde yoğun olarak çıkarılmaktadır.
- Doğal Gaz: Doğal gazın büyük bir kısmını ithal edilmekte ve enerji üretiminde önemli bir yer tutmaktadır. 2021 yılında elektrik üretiminin yüzde 42'si doğal gazdan sağlanmıştır.
- Petrol: Ham petrol üretimi sınırlı olup, enerji ihtiyacının büyük bir kısmı ithalatla karşılanmaktadır.
· Yenilenebilir Enerji Kaynakları:
- Hidroelektrik: Türkiye'nin coğrafi yapısı, hidroelektrik enerji üretimi için elverişlidir. Elektrik üretiminde önemli bir paya sahip olup, toplam üretimin yaklaşık yüzde 20'sini karşılamaktadır.
- Rüzgâr Enerjisi: Özellikle Ege ve Marmara bölgelerinde yoğunlaşan rüzgâr santralleri, elektrik üretiminde artan bir paya sahiptir. 2021 yılında toplam elektriğin yüzde 10'u rüzgâr enerjisinden üretilmiştir.
- Güneş Enerjisi: Türkiye, güneşlenme süresi açısından avantajlı bir konumda olup, güneş enerjisi potansiyeli yüksektir. Ancak, bu potansiyelin henüz tam anlamıyla değerlendirilemediği belirtilmektedir.
- Jeotermal Enerji: Türkiye, jeotermal enerji potansiyeli bakımından zengin ülkeler arasında yer alır. Denizli-Sarayköy ve Aydın-Germencik gibi bölgelerde jeotermal enerji üretimi yapılmaktadır.
- Biyokütle Enerjisi: Organik atıkların enerjiye dönüştürülmesiyle elde edilen biyokütle enerjisi, Türkiye'de giderek önem kazanmaktadır. İstanbul'da açılan atıktan enerji üretim tesisi, bu alandaki gelişmelere örnektir.
2024 yılı Ekim ayı itibarıyla Türkiye'nin elektrik üretiminin kaynaklara göre dağılımı aşağıda özetlenmiştir:[3]
Kömür: yüzde 34,6 (Yerli ve ithal kömür oranları sırasıyla:, 13,5 ve 21,1)
Doğal Gaz: yüzde 17,7
Hidroelektrik: yüzde 22,9
Rüzgâr: yüzde 10,4
Güneş: yüzde 8,2
Jeotermal: yüzde 3,2
Diğer kaynaklar: yüzde 3
Aynı dağılımı Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), 2023 sonu itibariyle aşağıdaki şekilde hesaplamaktadır (yüzde pay):[4]
Kömür: 24; Linyit: 13; Doğal gaz: 21; Hidro: 20; Jeotermal+rüzgâr+güneş: 19; Diğer kaynaklar: 3,2
Aynı kaynakta “Kaynaklara göre Türkiye elektrik üretiminin yıllar serisinde gelişimi aşağıdaki grafikte gösterilmiştir:

EMO’nın anılan çalışmasında yer alan aşağıdaki grafikte de izlenebileceği gibi, Türkiye'de yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminde, özellikle rüzgâr ve güneş enerjisi üretiminde artış yaşanmaktadır. Elektrik üretiminde rüzgârın payı yaklaşık yüzde 11'lik rakamı ile Türkiye; Fransa (%8) ve İtalya (%7) gibi bazı G20 ülkelerinin önünde yer almaktadır. Maalesef güneş enerjisinin payı yönünden, ancak güneş enerjisi potansiyeli Türkiye'den çok daha düşük olan Polonya ve Ukrayna gibi ülkelerle benzer seviyelerdedir.

DÜNYA’DA NÜKLEER ENERJİ
Yazımızın ilk bölümünde, nükleer enerji ile ilgili satır başlarında aktarmaya çalıştığımız DNEDR2024 Raporu, sonrasında Dünya ve Türkiye’deki enerji kaynaklarının genel durumunu özetledikten sonra sıra, çalışmamızın temel konusu olan nükleer enerji konusundaki küresel gelişmeleri ve bu konuda Türkiye’nin iştahını irdelemeye geldi.
Yakın zamana kadar nükleer santral işletmek hem maliyetli hem riski yüksek alanların başında geldi. Öyle ki 1973 petrol krizi sonrası Batı’da ivmelenen nükleer enerji projelerinin 1990’larda yavaşlamasında maliyet etkili oldu. Bunun yanında, 1979 ABD Three Mile Island Kazası, 1986 Çernobil, 2011 Fukuşima, yalnızca finansman açısından değil, nükleer santrallerin taşıdığı risk konusunda da “uyarıcı bir etki” yarattı.
Konuya giriş olarak, “iklim değişikliği” ve beraberinde susuzluk - kuraklık tehditlerinin enerji kaynaklarında ilgi odağı yaptığı “nükleer enerji” ile ilgili güncel durum hakkında aşağıdaki genel çerçeveyi çizebiliriz:
Fosil yakıtların yarattığı sera etkisi ve karbon salınımına yoğunlaşan iklim değişimi tartışmaları sonrasında, 2015 Paris Anlaşması ile birlikte pek çok devlet “net sıfır” hedeflerini açıklamaya ve emisyon azaltımına dönük planlarını hayata geçirmeye başladı. Bu noktada genellikle solar, rüzgâr ve dalga gibi enerji kalemlerine işaret ediliyordu. Son 5 yıldır da buna nükleer enerji tartışmaları eklendi. İklim değişimi üzerinden getirilen bu yeni yaklaşım, nükleer enerjiyi “katlanılması gereken bir kötülük” olmaktan çıkarıp, “iklim değişimi çözümünün bir parçası” olarak sunup, normalleştirmeyi amaçlamaktadır.
Özellikle COP 28’de "nükleer enerji kapasitesinin 2050’ye kadar üç kat artırılması" kararı alınması, nükleer enerjiye dönük ilgi ve iştahı arttırması bekleniyordu. Çin başta olmak üzere ABD, Rusya, Fransa gibi ülkeler, dünya genelinde ve kendi ülkelerinde nükleer enerjiye yatırımlarını sürdürüyorlar.
Dünya genelinde nükleer enerji sektörü, 2025 yılında önemli gelişmeler ve zorluklarla karşı karşıya. Uluslararası Enerji Ajansı'na (IEA) göre, küresel nükleer enerji üretiminin 2025 yılında yeni bir rekor seviyeye ulaşması bekleniyor. Bu artış, özellikle Çin ve Hindistan'da devreye alınan yeni reaktörlerden kaynaklanıyor.
Özellikle Çin, 2024 yılında nükleer enerji üretiminde %9'luk bir artış göstererek bu büyümeye önemli katkı sağladı.[5]
Küçük modüler reaktörler (SMR) ve mikroreaktörler gibi yenilikçi teknolojilere olan ilgi de artıyor. ABD'de veri merkezlerinin artan enerji talepleri, mikroreaktörlere olan ilgiyi tetikledi. Ancak, bu teknolojilerin ticarileşmesi önünde finansal ve düzenleyici engeller bulunmaktadır.
Tüm bu olgulara karşın nükleer enerji projeleri, yüksek maliyetler, uzun inşaat süreleri ve finansman zorlukları gibi engellerle karşılaşmaktadır. Özellikle ABD ve Avrupa'da, yeni projelerin bütçe aşımı ve gecikmeler yaşaması, sektörün büyümesini kısıtlayan faktörler arasında sayılabilir.[6]
· Payı Giderek Artan Nükleer Enerji
Yenilenebilir kaynaklar, hızla yatırımların kaydırıldığı yeni enerji kalemleri olurken bunlara, özellikle Dubai’deki COP 28 ile açıktan dile getirilen nükleer eklendi. 2023 yılında nükleer enerji kullanımının enerji güvenliğine ve iklim değişikliği korkularına karşı verdiği destek, onun öncelenmesini artırdı.
Nükleer enerji, yaşlanmış nitelikte de olsa, reaktörlerin yüzde 70’ine sahip olan gelişmiş ekonomili ülkelerde önemli ekonomik işlev üstlenmektedir. Fransa toplam enerji tüketiminin yüzde 65’ini nükleer enerjiden sağlamaktadır. Bu yüzde oranı Slovakya’da 60, AB’de 23 (1997’de 34 idi), ABD’de ise 20’den azdır.
Bu konuda liderliklerini 2017’den sonra artıran gelişmekte olan ülkeler (GOÜ)’de 52 reaktör bulunmakta olup, bunun 48’i Çin ve Rusya’dadır. Keza günümüzde inşa edilmekte olan 63 reaktörün ¾’ü GOÜ’de, 1/’’si de Çin’dedir.
Mevcut reaktörlerin yaş ortalaması gelişmiş ülkelerde (GÜ) 36, GOÜ’de ise 18’dir. Görüldüğü gibi genç reaktörler, bu tür yatırıma son 10 yılda girmiş olan gelişmekte olan ülkelerde (Çin ve Rusya dâhil) daha gençtir.
2024 itibariyle 38.84 milyar ABD Doları ($) olan “nükleer enerji pazarının”, 2024-2029 zaman dilimi için öngörülen yüzde 2,9 bileşik büyüme ile 2029 yılında 44.71 milyar $’a ulaşacağı tahmin edilmektedir. Gelecek plânlamasına devam edersek, 2050 yılında reaktör sahibi olan ülke sayısının 40’a ulaşacağını; 2023 yılında 65 milyar $ olan bu konuya yapılmış yatırım tutarının, 10 yıl öncesinin 2 katına ulaşmış olduğunu söyleyebiliriz.[7]
Geçen yıl ABD’nin başını çektiği, Fransa, Japonya, Güney Kore’nin katıldığı zengin ülkeler Dubai’deki BM İklim Değişikliği Konferansı COP28 içinde bir deklarasyonu imzaya açtı. Hedef: Nükleer enerji üretimini 2050 yılında 2020 yılındakinin üç katına çıkarmak. Adı: “Declaration to Triple Nuclear Energy”. Son COP29 toplantısı geçtiğimiz Kasım ayında Bakü’de yapıldı. Metnin imzacısı ülke sayısı 31’e çıktı. Bu yıl eklenen altı yeni imzacı arasında Türkiye de bulunmakta!.
· İklim Krizinden Çıkış Gerçekten Nükleerde mi? veya Nükleer Yeşil Enerji mi?
Bu yıl yapılan COP29 toplantısında, yukarıda sözü edilen deklarasyona imza koyan 31 ülke dışında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) ve nükleer lobileri aktif olarak çalıştı.[8] Nükleerin ne kadar temiz enerji olduğunu, iklim sorunlarının nükleer ile çözüleceğini söylediler. Net sıfır karbon emisyonu ve küresel ısınmanın 1,5 C derecede tutulması hedeflerine nükleerin payını artırarak ulaşılabileceğini anlatıldığı, açıklanan toplantı özetlerin metinlerinde görülmektedir.
Günümüz dünyasında yaşamı tehdit eden iki temel tehlike bulunmaktadır: “İklim krizi” ve “nükleer silahlar”. Üstelik bunlar birbirleriyle doğrudan ilişkili. Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Hekimler Birliği (IPPNW) ve “İklime nükleer bomba atmayın” inisiyatifi (Don’t Nuke the Climate), COP29 içinde ortak bir basın açıklaması ile konuyu gündeme getirdi. Nükleer enerjiye dair ısrarı sürdürerek değil, yenilenebilir enerjiye yatırım yaparak küresel adalete ve sağlık hakkına katkı sağlanabileceğini anlattılar.[9]
Nükleer güç santralleri ile ilgili ciddi sağlık sorunları bulunmakta ve bu bağlamda çok önemli bir başlık da, nükleer santrallerin nükleer silah üretiminin önünü açabiliyor olması. Nükleer silahlar artık BM kararı ile yasak olan ve dünyada yaşamı yok edebilecek bu silahlardan kurtulmanın önemli bir adımı nükleer enerjiyi bırakmak olduğu konuşulmaktadır.
Bilindiği gibi nükleer kazalar felaketlerle sonuçlanıyor. Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketlerini yaşadık, bunlar çok sayıda kanser, düşük ve sakat doğumla ilişkili bulundu. Kaza olmasa da, nükleer güç santrallerine yakın yaşayanlarda ciddi sağlık sorunları bildiriliyor. Ayrıca belli düzeyin altında radyoaktivitenin sağlığa zararsız olduğu bilimsel olarak teyid edilmiş değil.
Nükleer güç santralleri dünyada “eşitsizlikleri” artırıyor. Yoksul ülkelerin bu enerjiyi kendi imkânlarıyla üretmeleri mümkün değil, çok pahalı. Bu teknolojiye sahip az sayıda ülke var ve süreç onların tekelinde. Uranyum madenciliğinden çözülemeyen atık sorununa kadar yoksul ülkeler aleyhine sağlık ve çevre sorunları yaşanıyor. Zengin ülkeler yoksulları sömürüyor, kirliliği de oralara bırakıyor.
Diğer yandan, nükleer silahlara sahip dokuz ülke – ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore – şu anda silahsızlanma ya da kontrol için bir çaba göstermiyor. Aksine, nükleer cephaneliklerini modernize edip genişletmeye çalışıyor. Çünkü kurulu denge buna izin vermiyor.
Nükleer enerjinin “düşük karbonlu” bir enerji türü olduğu ve emisyon azaltımlarında devletlere, şirketlere yardımcı olacağı yeni yaklaşımların ana fikri. İklim değişimi üzerinden getirilen yaklaşımsa nükleer enerjiyi “katlanılması gereken bir kötülük” olmaktan çıkarıp “iklim değişimi çözümünün bir parçası”! olarak sunmaktadır. Üstelik devletlerin yanına yeni aktörler de ekleniyor.
Tüm bu açıklamalarımızdan sonra nükleer enerjiye “yeşil/temiz enerji demek ne kadar doğru?
· Olumlu Haber: Güneş ve Rüzgâr Nükleeri Geçti; Kötü Haber: Fosil Yakıtların Egemenliği Sürüyor
Kısaca “enerji dönüşümünün tarihine” baktığımızda, 1900 yılında dünyanın nihai enerji tüketimini karşılamada, odun ve tezekten oluşan biyokütlenin rolü kömürden fazlaydı. 50 yıl sonra kömür ilk sırayı aldı, biyokütlenin katkısı kömürün yarısı kadardı ama hâlâ petrolden fazlaydı. 2000’e gelindiğinde liderlik koltuğuna oturan petrol, küresel nihai enerji tüketiminin üçte birini karşılar hale gelmiş, onu kömür ve gaz izliyor, rüzgâr ve güneşin katkısı yok denecek kadar azdı.
2023 sonunda ilk üç değişmedi ancak 23 yıl önce “yok” dediğimiz güneş ve rüzgârın enerji tüketimindeki payı hidroelektriği yakaladı. 2024 sonunda bu ikilinin enerji arzına katkısı nükleer enerjinin payının iki katı oldu ve çeyrek asırdan kısa bir sürede nükleer enerjiyi ve hidroelektriği geride bıraktı.
Ancak dünyanın enerji tüketimini karşılamada fosil yakıtların (petrol, kömür ve gaz) hükümdarlığı, yüzde 76 gibi bir pay ile halen sürmektedir.
TÜRKİYE’DE NÜKLEER ENERJİ AÇILIMI
İklim değişimiyle mücadele kapsamında 1.5 C derece sınırına uymak için emisyon oranlarından kesintiler kapsamında Türkiye 2053’te net sıfıra ulaşmayı planladığını duyurdu. Bu hedef uyarınca enerji üretiminde yenilenebilir kaynakların payının hızla artırılması öngörülüyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2022’de yayınladığı “Türkiye Ulusal Enerji Plânı”, 2035’e kadar enerjide hangi kaynaklara öncelik verileceği hakkında fikir vermektedir.[10] Keza Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın konuya ilişkin yazısı, Ankara’nın yol haritasında nükleer enerjinin önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.[11]
· Ankara’nın Nükleer Enerji Serüveni
Nükleer santral inşaatı ve buna yönelik teknoloji sahipliği, ciddi bir deneyim ve birikime istemektedir. Örneğin nükleer yolculuğuna 1950’lerde başlayan G.Kore, ancak 1980’lerde nükleer santral inşa edecek güce erişebildi. Finansman, know-how ve insan kaynağı yönlerinden gerektirdiği koşullar dünyada, sayılı ülke ve şirketlerin nükleer santral gibi özel ve karmaşık süreçlere sahip bir yapıda uzmanlaşmasına olanak tanımaktadır. Bu bağlamda genel resme bakıldığında ABD, Rusya, Çin, Kanada, Güney Kore, Japonya gibi ülkelerin, bu sektörde aslan payına sahip olduklarını, bazı ülkelerin AR-GE ve geliştirme yolculuklarının sürdüğünü görmekteyiz.
Türkiye’nin 1950’lerde atom enerjisine dönük ilgisi 1960’larda “nükleer bir santral kurabilir miyiz?” sorgulamasına kapı araladı. 1976’da Mersin Akkuyu’da bir nükleer santral inşa edilmesi için kollar sıvandı. Hatta bu dönemde SSCB ile görüşmeler de yapıldı.[12]
Enerji Bakanlığı’nın açıklamasına göre ihale süreçlerinden verim alınamadığı için doğrudan devletler arası anlaşma yoluyla nükleer santral kurulması stratejisine geçildi. Nitekim 2010’da Akkuyu Nükleer Santrali (ANS) inşası anlaşması, “yap-sahip ol-işlet” modeline dayanmaktadır. 2013 yılında Türkiye ile Japonya arasında Sinop'ta bir nükleer santral inşası için anlaşma imzalanmıştır. Ancak, 2018 yılında projenin maliyetinin artması ve finansman konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle Japon ortaklar projeden çekilmiştir.
Rusya ile yapılan anlaşma, verilen garantiler, tahsis edilen limanlar, Rusya’nın Mersin’de çalışma şekli ciddi eleştiriler alsa da süreç devam etmektedir. Ayrıca, anlaşma, Türkiye’den bir şirkete veya kamu kurumuna yüzde 49’luk paya kadar alım hakkı tanındığı halde, ANS’nden bugüne kadar hisse almaya neden yanaşılmadığı açıklanmadı. Bir başka anlatımla 15 yıldır santralin sahipliği Rusya’da ve Türkiye bu konuda bir adım atmamakta ve nedeni bilinmiyor. Buna karşın resmi belgelere yansıyacak şekilde Ankara, Sinop ve İğneada gibi, ANS’nin dışında yeni nükleer santrallere de sıcak bakmaktadır.
· Nükleerin Sayı ve Kapasitesinin Arttırılması
Yazımızın önceki bölümünde de değindiğimiz gibi enerji tüketimi, ulaşımdan ısınmaya, elektrik üretiminden sanayi üretimine pek çok alanda karşılık bulmaktadır. Açıklanan hedefler uyarınca dünya genelinde ulaşımın, ısınmanın elektriğe kaydırılması ve elektrik üretiminde fosil yakıtların paylarını gerileten seçeneklere yer verilmesi, teşvik edilmesi eğilimi geniş yer tutmaktadır.
Bu çerçevede ülkeler (Türkiye’de dâhil), özellikle elektrik üretimini ve kurulu güçlerini artırmaya çalışmaktadır. Enerji Bakanlığı'nın güncel verilerine göre Türkiye’nin elektrikte kurulu gücü Ağustos 2024 itibariyle 113.932 MW’ye ulaştı. Ulusal Enerji Planı 2025’te kurulu gücün 116,2 GW'ye çıkacağını öngörmektedir. Benzer biçimde 2025 plânlaması da, kurulu 116.2 GW’lik gücün 2.4 GW’lık kısmın nükleerden sağlanacağını belirtmektedir. Bir başka anlatımla Bakanlık 2025’te ANS’ın, en azından ilk reaktörünün faaliyete geçeceği görüşündedir.
Plânın detayları incelendiğinde, 2035’te kurulu gücün 189,7 GW'ye çıkacağı tahmin edilirken nükleerin bu tabloda 7.2 GW’lık bir pay alacağı açıklanmaktadır.[13] ANS’nın kapasitesinin 4-4.5 GW civarında olacağı göz önüne alındığında, bu hedefin gerçekleşmesi için yeni nükleer santral yapılacağı anlaşılmaktadır.
Bakan Bayraktar’ın yukarıda anılan yazısı dikkate alındığında, Sinop ve il belirtilmemiş olmakla beraber Trakya bölgesinde birer santral inşası plânlandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu yazıda, Türkiye’nin nükleer enerjiden gelen bu güce ihtiyaç duyduğunu, dünyada pek çok ülkenin nükleer enerjinin getirdiği olanaklardan faydalandığı belirtilmektedir. Bir başka anlatımla, hem ulusal enerji plânı hem de Bakan Bayraktar’ın makalesinden Türkiye’nin, 2035’e kadar 2 nükleer santralin inşa edilebileceği izlenimini vermektedir.
SONUÇ YERİNE
1979 Three Miles Island kazası, 1986 Çernobil, 2011 Fukuşima, nükleer enerjinin taşıdığı risk açısından uyarı niteliğinde olsa da, sebep-sonuç ilişkisinin karıştığı bir “iklim değişimiyle mücadele süreci” yaşanmaktadır. Oysa 2011’de Fukuşima’da yaşanan kaza sonrasında önce Japonya, ardından Almanya gibi ülkeler nükleere veda senaryolarını gündeme getirmişti.
Nükleer santralde meydana gelen bir patlamanın olası etkileri konusunda bilim insanlarının uyarılarında bir değişiklik yok. Doğanın mahvolmasına kapı araladığına da insanlık defalarca şahit oldu. Ancak belli ki bugün, yeni bir denklemde “eskisine nazaran daha küçük reaktörler” yapmak tarihi unutmaya referans sayılmaktadır.
Nükleer enerjiye dönük yanıtlanması gereken bazı sorular bırakıldığı yerde durmaya devam ediyor. İlk olarak “nükleer atıkların saklanması” veya “ortadan kaldırılmasına” dönük nasıl bir ilerleme kaydedildi? Buna dönük tecrübemiz; bunların özel varillerle ya yoksul ülkelerin topraklarında saklanması ya da bir şekilde nükleer santralin olduğu ülkede depolanması. Ancak nükleer atıkların yok olmadığını biliyoruz.
İkincisi, patlama riskine dönük olarak, “aşırı hava olayları” ve “deprem” dikkate alındığında geçmişten nasıl bir ders çıkarıldı? Bunu da bilmiyoruz, en güvenilen şirketlerin dahi santralin patlama riskine karşı, özellikle olağanüstü koşullar karşından nasıl caydırıcı yöntemler, sistemler kurduğu hala sır.
Son olarak, fosil yakıtlar beraberinde bir “bağımlılık ilişkisi” getiriyor ve bu olgu enerji “güvenliği açısından” risk olarak görülmesi olgusu. Buna sık sık da Rusya örneği verilmektedir. Peki bu bağımlılığı frenlemek için “nükleer zenginleştirme” ve “nükleer ekipmanlara erişimde” bir eşitlik mi olacak? Bu soruya kolaylıkla hayır yanıtı verilebilir. Nükleer enerjide uranyuma sahip olmak bir yana, zenginleştirme kapasitesi bile kritik. Bunu ise başta Rusya, ABD gibi ülkeler sağlayabiliyor. Nitekim ABD’nin Rusya’nın nükleer devi Rosatom’u yaptırımların dışında tutmasında da, şirketin uranyum zenginleştirme kapasitesinin önemli rol oynadığı yadsınamaz bir gerçek. Keza, söz konusu ekipmanlar da yine belirli ülkelerin üretebileceği özelliklere sahip olup, ilâveten bunların belirli aralıklarla yenilenmesi de gerekmektedir. Buradan yapılacak çıkarım, eğer zenginleştirilmiş uranyum ve ekipmana ulaşılamazsa, nükleer santral boş bir fabrika binasına dönecek olması gerçeğidir ki, bunun olmaması için daha “derin bir bağımlılık ilişkisi” gerektiği üzücü bir realitedir.
Küresel ölçekte yukarda özetlemeye çalıştığımız bu üç risk karşısında Türkiye’yi ele aldığımızda, ülkenin çizdiği resme bir bütün olarak bakıldığında, eylem plânlarına dâhil edecek şekilde nükleer enerjiye yatırım yapmaya “istekli” ve 2035’e Akkuyu’nun yanında bir nükleer santralle daha girme ihtimalinin hayli yüksek olduğunu görmekteyiz.
Özün özü, nükleer bir yeşil/temiz enerji olmadığı gibi, sanki günümüz küresel “adaletsiz” ekonomik düzenin yeni bir dayatması gibi geliyor bize…
Ersin Dedekoca 5 Nisan 2025
[1] World Nuclear Industry Status Report 2024, 19.09.2024, https://www.worldnuclearreport.org/World-Nuclear-Industry-Status-Report-2024-1046
[2] “World Energy Outlook 2024”,International Energy Agency (IEA), 16.10.2024, https://www.iea.org/events/world-energy-outlook-2024?utm_source=chatgpt.com
[3] Güncel başka bir kaynak bulamadığımız için: “Türkiye’de 2024 yılının ilk 1a0 ayında elektrik üretiminin 61,7’si yerli ve yenilenebilir kaynaklardan sağlandı”, Solarist, https://www.solar.ist/turkiyede-2024-yilinin-ilk-10-ayinda-elektrik-uretiminin-617si-yerli-ve-yenilenebilir-kaynaklardan-saglandi/?utm_source=chatgpt.com
[4] Mehmet Bulut, “TÜRKİYE’NİN ELEKTRİK ENERJİSİ GÖRÜNÜMÜ”, EMO, https://www.emo.org.tr/ekler/1659bd44eb0beff_ek.pdf?dergi=1337&utm_source=chatgpt.com
[5] “IEA: Global nuclear energy generation to break record in 2025”,ForoNuclear, 21.08.2024, https://www.foronuclear.org/en/updates/news/liea-global-nuclear-energy-generation-to-break-record-in-2025/?utm_source=chatgpt.com
[6]David Dalton, “Nuclear Will Break Records In 2025, But Major Challenges Remain In US And Europe, Says IEA”, NucNet, 16.01.2025, https://www.nucnet.org/news/nuclear-will-break-records-in-2025-but-major-challenges-remain-in-us-and-europe-says-iea-1-4-2025?utm_source=chatgpt.com
[7] “The Path to a New Era for Nuclear Energy”, IEA, Ocak 2025, https://www.iea.org/reports/the-path-to-a-new-era-for-nuclear-energy
[8] “High Level Party Event: Financing Low Carbon Technology, Including Nuclear Energy”, IAEA, 13.11.2024, https://www.iaea.org/topics/climate-change/the-iaea-and-cop/cop29/high-level-party-event-financing-low-carbon-technology-including-nuclear-energy
[9] “Disarmament for Climate Justice and Health”, International Physicians for the Prevention of Nuclear War, https://www.ippnw.org/cop?utm_source=chatgpt.com
[10] “TÜRKİYE ULUSAL ENERJİ PLANI 2022”, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 19.01.2023, https://enerji.gov.tr//Media/Dizin/EIGM/tr/Raporlar/TUEP/T%C3%BCrkiye_Ulusal_Enerji_Plan%C4%B1.pdf
[11] Alparslan Bayraktar, “It’s not just a nuclear project!”, Daily Sabah, 11.09.2024, https://www.dailysabah.com/opinion/op-ed/its-not-just-a-nuclear-project?utm_source=chatgpt.com
[12] “Türkiye’nin Nükleer Enerji Macerası”, Bilim ve Aydınlanma Akademisi (BAA), 4.12.2018, https://bilimveaydinlanma.org/content/images/pdf/rapor/turkiyenin-nukleer-enerji-macerasi.pdf
[13] Dipnot:10
Comentarios