top of page

Hızla değer yitiren Türk Lirası: Radikal kararlar arifesi

Yılbaşından bu yana Türk Lirasının (TL) Amerikan Doları ($) ve Euro (€) karşısındaki değer kaybı, Çarşamba akşamı itibariyle yaklaşık yüzde 18,5’ a ulaştı. Keza iki ay önceye (8 Mart) göre söz konusu kayıp, $ ve € karşısında sırasıyla yüzde 12,6 ve 8,5 oldu.

Diğer yandan da, yüzde 15,87’ye yükselen, “gösterge faizi” olarak nitelenen 2 yıllık Hazine Bonosu faizleri de, yılsonuna göre yüzde 17,21, Şubat sonuna kıyasla 20,92 oranlarında artmış bulunmaktadır.

Bu olguların yaşandığı ülkenin Merkez Bankası ise, geçen hafta Geç Likidite Penceresi (GLP) faizini sadece 75 baz puan arttırarak, yüzde 13,5’a çekti. Bir diğer anlatımla TCMB, yukardaki çok ciddi “yukarı yönlü” gelişmelere karşın GLP faizini (örtük gecelik borçlanma faizini) hâlâ yüzde 13,5’da tutmaktadır.

DOLAR/TL KURUNU 1,5’DAN 4,30’A GETİREN SÜREÇ

Yaklaşık 10 yıl önce 1$ karşılığının 1TL olacağından bahsediliyordu. 2007 yılında bu beklentinin gerçekleşmesine çok yaklaşılmıştı. Anılan yıl 1.20 civarında olan $/TL kuru, ertesi yıl 1.6 seviyelerini buldu.

Bilindiği gibi bu durumun en büyük nedeni, 2008 global ekonomik kriziydi. Pek çok ülkede ekonomik kriz baş göstermiş, birçok ülke yara almıştı. O dönemde ülkemizde ‘teğet geçti’ sözü çok sık duyuldu. Bu olaylar neticesinde $/TL paritesi ateşlendi ve yükseldi.

Ardından 2011 yılında yine bir büyük sıçrama gerçekleşti ve 1$’ın karşılığı 1.9TL’ye ulaştı.

Yine hafif dalgalanmalı ve inişli- çıkışlı geçen bir süreden sonra, 2013 yılı 17-25 Aralık iddiaları üzerine iktidar güven kaybetti ve bu olay piyasaya yansıdı. Dolar 2,35TL seviyelerine çıktı.

Sonrasında yaşanan Gezi Olayları’nın da etkisiyle $ karşısında TL’nın değer kaybı yeniden ateşlendi ve anılan parite 3 seviyelerinde kendine yer buldu.

2016 yılı 15 Temmuz’unda yaşanan darbe girişimiyle ekonomi ağır hasar aldı. 3,5 seviyesine gelen $/TL paritesi yeni bir rekor daha kırdı.

2018 yılının ilk ayları sabit bir şekilde ilerleyen $/TL paritesi, ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik konum ve ülke ekonomisinin, artık saklanamayacak boyutlara ulaşan “kırılganlıklarının” iyice gündeme yerleşmesi nedenleriyle hareketlenmeye başladı.

Türk Lirası faizler üzerindeki baskı, giderek artan enflâsyon, düşürülemeyen işsizlik, döndürülmekte zorlanılan dış borç yükü, ülke üretiminin dışa (ithalât) bağımlı çarpık yapısı ve giderek artan cari açık rakamları; tüm bunlara ek olarak “erken seçim” kararı alınması ve popülist bir yaklaşım sonucu artan kamu açıkları, TCMB’nın faizler konusundaki “yapay/yüzeysel kararları, bugün yaşadığımız, TL’nın “aşırı” değer kaybı ve faizinin yükselmesine yol açtı.

ATEŞİ SÖNDÜRMEK YOLUNDA TCMB’NIN İŞLEVİ

Enflasyon ve ekonomik beklentilerdeki bozulmaların TL’nın değeri yönünden risk olması sürmektedir. Bu açıdan kurdaki ateşin kısa vadeli önlemlerle, sadece para politikası ile düşürülmesinin etkisi çok sınırlı kalmaktadır. Erken seçim öncesinde gevşetilen mali politikaların TL’nı baskılamaya devam ettiği gözlenmektedir.

Daha açık ifade edersek, TCMB’nın elindeki “para politikası” araçlarıyla, TL’nın değer kaybını durdurmak pek olası değildir. Erken seçim süreci de bunu engelleyecektir. Ekonomiyi canlandırmak (tabii ki erken/baskın seçim tatlandırıcısı) için konut satışlarında vergi indirimi yapılması ve 12 milyon emekliye yakında bin TL ikramiye verilmesi kararlaştırıldı. Aşırı ısınmış olan ekonominin altındaki ateşin değil kısılması, daha da açılacağını beklemekteyiz. TL’nın yabancı paralar karşısındaki erimesini dizginlemek için “mali politika” önlemlerine (kamu gelirlerini arttırıcı artırıcı, harcama kısıcı, ekonomiyi soğutucu) ihtiyaç bulunmaktadır.

TCMB günlük olarak düzenlenen “TL Depoları Karşılığı Döviz Depoları” ihale tutarını 1.25 milyar $’dan 1.5 milyar $’a yükseltti. Pazartesi günü de, rezerv opsiyon mekanizmasında 2.2 milyar $’lık döviz likiditesinin piyasada kalmasını öngören bir karar almıştı. Kısaca son üç günde, piyasada yaklaşık 3.5 milyar $ tutarında daha fazla döviz likiditesi bulunması kararı çıkmış olmasına karşın, bu tedbirin, TL’sındaki hızlı değer kaybını frenlenmeye yetmediği izlendi.

Tabii ki bu bağlamda vurgulamadan geçemeyeceğimiz bir konu da, ekonominin bu kadar ısınmasının başat etmenlerinden birisi de, TCMB’nın, merkezi yönetimin baskısına karşı direnmeyerek, geç ve yetersiz “örtük faiz” politikası olduğu gerçeğidir.(*)

Bilindiği gibi ülkemizdeki “sıcak para”, TCMB’ndan birkaç puanlık “sert faiz artırımı” beklemektedir. Ancak bu yolla politika faizi, şimdilerde yüzde 12,24 olan seviyesinde olan çekirdek enflasyonun (enflasyonun mevsimsel değişimlerden etkilenmeyen kısmı) birkaç puan üzerine çıkabilecektir. Bunu sağlamak için TCMB’nın 250 baz puan daha faiz artırımına gitmesi gerekmektedir. Halbuki son yapılan 0,75 puan artırım piyasalarca, “Hükümet yüksek faize karşı olduğu için TCMB’nın gereken artırımı yapamadığı” yolundaki algını güçlendirdi. Böylesi bir gelişme de, TCMB’nın itibarını aşındırmakta ve bu yolla TL değer yitirmektedir.

“Başkalarının bastığı paraya değil TL’ye müdahale gerekiyor” başlıklı yazısında Uğur Gürsel’in belirttiği gibi, ulusal parası son üç ayda yüzde 10’dan fazla değer kaybeden, bunun da yarısı son 1 ayda olan ülkenin merkez bankasından, yaptığı geç ve yetersiz faiz artışına karşın hâlâ parası değer kaybediyorsa, hafta sonu acilen toplanıp, faiz artırım kararı alması beklenirdi. Merkez bankalarının işlevi, enflâsyon hedeflerinde tutarlı olmasının yanında faiz oranlarını, beklentiye göre değil ama, gelecek enflasyona uygun biçimde “yeterince” artırmaktır.

YAKIN GELECEKLE İLGİLİ GÜÇLÜ OLASILIKLAR

Önemli bir kısmı ülkemize özel (ekonomik, siyasî ve jeopolitik), bir kısmı da (FED’in yükselen faizleri, artmakta olan petrol fiyatları, ticaret savaşları) dış dünyadan alınan risklerin yarattığı ve artık gizlenemeyen ülkemiz “kırılganlıklarının” yol açtığı bir “TL’sının hızlı bir değer yitirme” sürecini yaşamaktayız.

Güvenirliğini yatırımcılar nezdinde önemli ölçüde yitirmiş olan TCMB’nın, faiz oranlarında hareketsiz kalıp, sadece döviz likiditesini ayarlamakla fiyat istikrarını sağlanamayacağı, TL’nin üzerindeki baskının hafifletilemeyeceği anlaşılmıştır. Sorunun boyutu, sadece “parasal politikalarla dengelenebilme” seviyesini aşmış olup, “yapısal” ve “malî politika önlemlerine” gereksinim artık çok açıktır.

Temelinde “dış borç baskısı” yatan sorunun aşılabilmesi için, ikisi acı reçete içerek “üç çözüm yolu” ufukta görünmektedir:

Bunların ilki, yine IMF’nin kapısını çalmak, yeni bir stand-by anlaşması ile, ülkenin ekonomik bağımsızlığını yeniden teslim etmektir. İkinci yol ise, ülkenin, tüm sıkıntıları göze alarak, dış borçlar için alacaklılara “borçları yapılandırma” konusunda çağrıda bulunmaktır.

Son olarak da, hazırlanacak tutarlı/fizibl projelerle “doğrudan sermaye yatırımını” çekmek amacıyla çok yoğun girişimlere başlanmasından bahsedebiliriz. Tabii ki bu konuda başvurulacak yatırımcılar, Çin başta olmak üzere, Güneydoğu Asya Bölgesi’nde aranmalıdır.

Özün özü: Hiç bir yanlış ve kırılganlık uzun süre örtülemez. Fatura da maalesef, buna on altı yıldır yol veren ve vermeyen ülkemin güzel insanına, bizlere çıkacaktır..

(*): “Faizler ve Merkez Bankası saygınlığı” başlıklı, 22.12.2017 tarihinde Aydınlık com.tr’de yayınlanan yazımız.

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

İç Borç Yükü Batağı

Türkiye Hazinesi görülmemiş bir hız ile borçlanırken, son 3 yıldır sadece yurt dışı piyasalardan değil, “yurt içi piyasalardan da döviz...

Σχόλια


bottom of page