top of page

Ekonomik yanılsama: Yabancıyı mutlu eden büyüme

11 Haziran’da, ülke ekonomisi için önemli iki veri, “ilk çeyrek büyümesi” ile Nisan ayı “ödemeler dengesi” rakamları aynı anda açıklandı.

12 Haziran tarihli gazetelerin çoğunda, “G20 ve OECD’de, Türkiye’nin kırdığı ‘yüzde 7’lik büyüme’ rekorundan” bahseden yandaş basın açıklamaları/haberleri okuduk, hem de büyük puntolarla. Yine aynı gün, yazılı medya tarafından geçiştirilmeye çalışılan “ülke ulusal gelirinin yüzde 7’sine ulaşmış bir cari açık ve hedeflenenin 7 puan üzerindeki enflasyon” rakamları açıklandı. Bir kısım kalemler de, “bu yüksek büyümenin sürdürülemez” olduğunu; devamında “durgunluğun” geleceğini yazdılar.

Bu haftaki yazımızda, ülke ekonomisinin mevcut kırılganlıkları ve yadsınamayacak zorluklarından “hormonlu büyüme”, “cari açık” ve seçim sonrasındaki muhtemel duruma kısaca değineceğiz.

2018 İLK ÇEYREĞİNDE ULUSAL EKONOMİDEKİ BÜYÜME

2017 son ikinci üç ayında olduğu gibi,* içinde bulunduğumuz yılın ilk çeyrek büyüme verisi, sadece hızına bakarsak, yüzde 7,4 gibi parlak bir sonuç ortaya koydu. Türkiye’nin Mart sonu itibarıyla “yıllık büyümesi” de yüzde 7,9 oldu. Mart sonu esas alınarak hesaplanan yıllık büyüme 2014’ten bu yana oluşan en yüksek orandır. Bu şekilde hesaplanan yıllık büyüme 2014’te yüzde 8.5, 2015’te yüzde 4.1, 2016’da yüzde 6.3, 2017’de yüzde 3.3 olmuştu. Böylece, Mart sonu itibarıyla hesaplanan yıllık büyüme ile, son dört yılın en yüksek oranına ulaşılmış olmaktadır.

Türkiye, küresel kriz yaşanan ve ekonominin yüzde 4,7 daraldığı 2009 yılından 2017 sonuna kadar geçen sekiz yılda, yıllık ortalama yüzde 6,9 oranında büyümüştür. Bu durumda ortaya tuhaf bir çelişki çıkmaktadır: Bir yanda yüksek büyüme oranları elde edilmekte, ama diğer yanda da piyasalar “işler çok kötü” diye adeta her gün yakınmakta; işvereni de, işçisi de, köylüsü de, emeklisi de, kısacası tüm kesimler feryat etmektedir.

Ülke büyümede rekor kırarken, yurttaş ve tüm ekonomik aktörler yakınıyor; örneğin tüketicinin ekonomiye olan güvenini ölçen “güven endeksi”, nedense bir türlü yukarılara gidemiyor ve güven sınırına değil ulaşmak, yaklaşamıyor bile?

BÜYÜMENİN BİLEŞENLERİ

Üretim tarafında, imalât sanayi yüzde 9,3; hizmetler kesimi yüzde 10; inşaat sektörü ise yüzde 6,9 oranında büyümüştür. Üretim gruplarının neredeyse tamamı 2017’nin ilk çeyreğinin üzerinde büyüdüğünü görmekteyiz.

Harcamalar tarafında yapılan ölçüme göre ise, ulusal gelirin yüzde 60’ını oluşturan “hane halkı tüketim harcamalarında”, yüzde 11’lik bir harcama artışı ile, son 7 yılın rekorunun kırıldığı anlaşılmaktadır. Hane halkı harcamalarının alt gruplarına baktığımızda da, dayanıklı tüketim harcamalarının yüzde 4,8; dayanıksız tüketim harcamalarının yüzde 14,5; hizmetlerin ise yüzde 10,9 oranlarında büyüdüğü gözlenmektedir.

Milli gelirin yüzde 30’unu oluşturan yatırım harcamalarında gerçekleşen yüzde 9,7’lik büyüme, son 4 yılın en yüksek ilk çeyrek büyümesini temsil etmektedir. Yatırım harcamalarında inşaat yatırımlarının büyüme oranı da yüzde 12,3 olmuştur.

Öte yandan aynı dönemde, mal ve hizmet ihracatı sadece yüzde 0,5 artarken, ithalât ise yüzde 15,6 oranlarında artmıştır. Bir diğer anlatımla, yılın ilk çeyreğinde iç talebin büyümeye katkısı yükselirken, dış talebin ise büyümeyi geri çektiği gözlenmektedir. Yılın ilk çeyreğinde “ihracatın büyümeye katkısı” yüzde 0,1 olurken, “ithalâtın katkısı (daha doğrusu azaltıcı etkisi)” yüzde 3,7’ye çıkmıştır. Yani ekonomi yönetiminin “dış talebin açıldığı ve bunun sağlıklı olduğu” yönündeki tezleri, açıklanan bu rakamlarla çürütülmüş olmaktadır.

Büyümenin bileşenleri, büyümenin “hormonlu iç talep artışı” ile gerçekleştiğini; dış talebin ise değişmediğini göstererek, açıklanan büyüme rakamının, “sürdürülebilir” bir niteliğe sahip olmadığını anlatmaktadır.

BÜYÜME HAKKINDA GENEL BEKLENTİ

TCMB’nın faiz arttırımlarının (15 gün içinde toplam yüzde 4,25) kredi faizlerine yansıması ve yaşanan hızlı kur artışlarının yol açacağı maliyet artışları karşısında, büyümenin ikinci çeyrekten itibaren yavaşlayacağı çıkarımına çoğunluğun katıldığı görülmektedir. Bununla birlikte, seçimlerden sonra uygulanacak malî önlemlerin kapsamı, büyümedeki yavaşlamanın dozu üzerinde en belirleyici etken olacaktır.

Geçen yılın 3. çeyreğindeki yüzde 11’lik “hormonlu büyüme oranı” ve geçen ay yaşanan kur/faiz şokları nedeniyle, bu yılın üçüncü çeyreğine negatif büyüme oranı göreceğimizi söyleyenler çoğunluktadır. Yıllık büyümenin resmi tahmini olan yüzde 5,5’a ulaşmasının mümkün olmadığı artık kesin gibi. Tahminler genel olarak %4 civarında.

ULUSAL GELİRİN 6,4’ÜNE ULAŞMIŞ CARİ AÇIK

TCMB’nın bu hafta açıkladığı verilere göre, geçen yılın aynı döneminde 12,1 milyar Dolar olan cari açık bu yıl 21,8 milyar Dolar’a ulaşmış durumdadır. Açıklanan veriye göre ”yıllık cari açık”, Nisan ayı sonu itibarıyla 57.1 milyar Amerikan Doları’na yükselmiştir. Bu sayı da, 2014’ün Mart ayındaki 58.4 milyar Dolar’dan sonraki en yüksek yıllık açığı temsil etmektedir. Yani, bu konuda da son dört yılın rekoru kırılmış olmaktadır.

Ülkemizin son beş yıla ait, üçer aylık dönemler itibariyle yıllığa dönüştürülmüş cari açık rakamları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Bilindiği gibi, Mart 2018 itibarıyla son bir yılın GSYH büyüklüğü, cari fiyatlarla 3.2 trilyon TL.’dır. Yine Mart sonu itibarıyla son bir yılda oluşan ortalama dolar kuru 3.67 düzeyindedir (bu kur nisan 2017-mart 2018 döneminin ortalaması olup, Nisan 2018’den bugüne TL’nda yaşanan değer kaybını içermemektedir). Söz konusu ulusal gelirin Dolar karşılığı 885 milyar olup, cari açığın oranı da yüzde 6,42’e gelmektedir.

Burada bir gerçeğin altını koyuca çizmek gerekir. Söz konusu GSMH hesabındaki ortalama kur, yukarıda bahsettiğimiz nedenlerle çok düşüktür. Örneğin, bu yılın şimdiye kadar olan dönemindeki ortalama dolar kuru 4.02 olarak hesaplanmaktadır. Bu durumda ortalamanın, matematiksel bir gerçek olarak yavaş yavaş yükseleceği de bir gerçektir. Bir diğer ifade ile, zaman ilerledikçe, cari fiyatlarla GSMH daha yukarıda gerçekleşecek; buna karşılık kur ortalaması daha hızlı artacaktır. Bunun anlamı da, ulusal gelir döviz bazında daha düşük oluşacağı, cari açığın GSYH’ye oranının da giderek büyüyeceğidir.

Cari açık/GSYH oranı bir ekonominin en önemli göstergelerinden birisidir. Ortalama kur daha da yukarı gideceği için, buna ayak uyduramayacak bir GSYH büyümesi karşısında, söz konusu oranı yüzde 7/8’lerde görmemiz şaşırtıcı olmayacaktır.

Ülkenin döviz ihtiyacı bağlamında, bu gereksinimi belirleyenin sadece cari açık olmayıp, bunun yanında bir de, önceden alınan borçların geri ödemesi olgusunu da belirtmemiz gerekiyor. Türkiye’nin dört aylık “döviz finansmanı ihtiyacı”, cari açığın çok üstünde, 40,8 milyar Dolar olmuştur. İhtiyacın bu seviyeye çıkmasının başat nedeni, 18,7 miyar dolarlık borç senedi ve kredi geri ödemeleridir. Bu kadar döviz ihtiyacı, yılın ilk dört ayında yeni alınan 27.3 milyar Dolar dış kredi ile finanse edilmiştir.

Bu bağlamda, “ödemeler dengesi finansmanında” gördüğümüz bir diğer olumsuz gelişmeyi de ülke rezervlerinde izlemekteyiz. Şöyle ki, Nisan sonundan bu yana geçen 40 gün içinde TCMB’nın “rezerv kaybı”, yaklaşık 6 milyar Dolar olmuştur. Bu olgu da, cari açık finansmanında yaşanan bozulma ve sıkıntıyı işaret etmektedir.

Ülke ekonomisinin temel döngüsü, dışarıdan borç alarak ithalât yapılıp, bunun da içeride tüketilmesi üzerinde dönmektedir. Tüm bu fotoğraf, sürdürülebilir nitelikte olmayan büyümeyi, fazla ısınmanın yol açtığı sonuçlarını (faiz ve kurlardaki tırmanmayı, kalıcı enflâsyonu) ve seçim sonrası alınacak malî önlemlerle birlikte yaşanacak “durgunluğu” göstermektedir.

Özün özü: Gemi her yönden su almakta; kurtarma da yabancılardan beklenmektedir.

(*): “Büyüme takıntısı ve yaşama geçmeyen büyüme” başlıklı yazımız, Aydınlık.com.,15.12.2017, https://www.aydinlik.com.tr/buyume-takintisi-ve-yasama-gecmeyen-buyume-ersin-dedekoca-kose-yazilari-aralik-2017

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

İç Borç Yükü Batağı

Türkiye Hazinesi görülmemiş bir hız ile borçlanırken, son 3 yıldır sadece yurt dışı piyasalardan değil, “yurt içi piyasalardan da döviz...

Comments


bottom of page