top of page

Büyüme takıntısı ve yaşama geçmeyen büyüme

Bu hafta Pazartesi sabahı Türkiye İstatistik Kurumu ( TÜİK), üçüncü çeyrek büyüme rakamlarını açıkladı. Buna göre Türkiye ekonomisi “Temmuz-Ağustos-Eylül” aylarını kapsayan üçüncü çeyrekte, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre, (2009=100) yüzde 11,1 oranında büyüdü. Bir diğer ifade ile bu büyüme performansı, geçmiş 23 çeyreğin en hızlı olanı. Üretim yöntemiyle ”gayrisafi yurtiçi hasıla-GSYİH”, 2017 yılının üçüncü çeyreğinde cari fiyatlarla %24,2 artarak 827.3 milyar $ oldu. Bu sonuç ile, Reuters başta olmak üzere çeşitli kuruluş ve ekonomistlerin yüzde 10 civarında olan tahminleri geçilmiş oldu.

Takvim etkisinden arındırılmış 2017 yılı üçüncü çeyreğinin GSYİH endeksi, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %9,6 arttı. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH endeksinin, bir önceki çeyreğe göre artış oranı %1,2 olarak gerçekleşti.

DÜNYA REKORU

Bildiğiniz gibi, tüm haftanın “perdeleme” konusu bu oldu. Ne kadar yüksek bir oranda büyümüşüz ve bu oranlarla, çift haneli büyüyen tek G20 ve OECD ülkesi Türkiye olmuş; ülkemizi, yüzde 6,8 ile Çin ve yüzde 6,3 ile Hindistan takip etmiş. Keza Cumhurbaşkanı Ekonomi Başdanışmanı da, sosyal medya hesabı üzerinden, üçüncü çeyrek büyüme verisini “dünya rekoru” olarak değerlendirdi.

Öncelikle medyada yer alan bu değerlendirmeler için birkaç söz söylemeliyiz. Büyüme oranlarını, geçmiş ve gerçekleşmiş çeyreklere, gelecek çeyrek/çeyrekler ile ilgili tahminleri de ekleyerek, yıl bazında karşılaştırmak en doğru yaklaşımdır. Bu bağlamda 2017 için Çin, Hindistan ve Türkiye için yapılan yıllık öngörüler sırasıyla, yüzde 6,8; 6,7 ve 6,5-6,8 oranlarıdır. Görüldüğü gibi bu rakamların birbirlerinden bir farkı yoktur. Saniyen konuya “istikrar ve sürdürülebilirlik” yönlerinden baktığımızda, ülkemizin bu üç ülke serisinden, “olumlu olmayan yönde ayrıştığını” izlemekteyiz.

Diğer yandan, 2015’in üçüncü çeyreğinden 2017’nin üçüncü çeyreğine, bir diğer anlatımla iki yılda toplam yüzde 10,2 oranında büyüyen bir ekonomi ile karşı karşıyayız. İki yılda sağlanan 10,2 oranındaki büyümenin, ne ölçüde bir “rekoru” temsil ettiğini okurların takdirine bırakıyoruz.

GSYİH ARTIŞINDA EKONOMİK FAALİYETLERİN ROLÜ

2016’da ekonomisi yavaşlayan Türkiye, istihdam ve vergi teşviklerinin desteğiyle bu yılın ilk dokuz ayında iç talepte yüzde 5’in üzerinde büyüme yakalamıştır.

Gayrisafi yurtiçi hasılayı oluşturan faaliyetler incelendiğinde, 2017 yılının üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre tarım sektörü toplam katma değeri yüzde 2,8; sanayi sektörü yüzde 14,8 ve inşaat sektörü yüzde de 18,7 oranlarında artmıştır.

Ticaret, ulaştırma, konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetlerinin toplamından oluşan hizmetler sektörünün katma değerindeki artış ise yüzde 20,7 olmuştur.

Anılan dört faaliyetin “büyümeye katkı puanları” da sırasıyla, 0.37; 2.62; 1.44; 4.24 olarak gerçekleşmiştir.

Ulusal gelirin üçüncü çeyrekteki oluşumuna “harcamalar” yönünden baktığımızda da:

· 2017 yılının üçüncü çeyreğinde hanehalkının toplam nihai tüketim harcamaları, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 11,7; kamu tüketiminin yüzde 2,8 oranlarında arttığını,(büyümeye katkı puanı: hanehalkı 7.01, devlet 0.35)

· Gayrisafi sabit sermaye yatırımlarındaki artışın ise yüzde 12,4 oranında gerçekleştiğini (maalesef bu harcama grubunun özel-kamu ayrımına ulaşamamaktayız), (büyümeye katkı puanı: 3.57)

· Aynı süreçte mal ve hizmet ihracatı ve ithalâtının da, sırasıyla yüzde 17,2 ve 4,5 oranlarında arttığını,(büyümeye katkı puanı: 0.34)

görmekteyiz.

BÜYÜMEDEKİ ARTIŞIN İRDELENMESİ

Türkiye ekonomisi 2016 yılının 3. çeyreğinde darbe girişimi nedeniyle yüzde 0,8 küçülünce, aynı dönem baz alındığında ortaya “rekor” büyüme oranı çıktı. Baz alınan çeyreğin olağan olmayan sayısı nedeniyle elde edilen bu olgudaki “zaman baz etkisi” açıktır. Yani, anılan baz etkisi, 2017 üçüncü çeyrek büyümesini “yapay” bir biçimde yukarı çekmiştir. Bu durumda, 2017 üçüncü çeyreğinden baktığımızda, zaman baz etkisinden arındırılmış bir analiz yapmak olanaklı görünmüyor.

Söz konusu olgu karşısında yapılacak en uygun karşılaştırma yöntemi, her çeyreği, önceki çeyrek sayısı ile karşılaştırmaktır. Bu yaklaşıma göre ülke ekonomisinin, 2017’in üçüncü çeyreğinde yüzde 1,2, ikinci çeyreğinde 2,2 ve birinci üç aylık dönemde de yüzde 1,6 oranında; 2016’nın dördüncü çeyreğinde ise yüzde 4,9 oranlarında büyüdüğü gerçeğine ulaşılmaktadır. Bir diğer ifade ile, 2016 yılının son çeyreğinden bu yana ülke ekonomisi, sırasıyla 4,9; 1,6; 2,2; 1,2 şeklinde, “giderek azalan” bir trendde büyümektedir.

Aynı zaman diliminde;

sanayi sektörünün büyüme rakamlarının yüzde 8,5; 1,1: 3,0; -1,3

inşaat kesimindeki büyüme sayılarının da yüzde 4,6; 1,5; 5,7; 5,4

olduğunu görmekteyiz.

Bu hafta açıklanan ve reel kesimde çok büyük bir coşku yaratmayan son çeyrek büyüme rakamlarının içerdiği zaman dilimi geçtiğimiz yaz aylarıdır. Bilindiği gibi yaz aylarında kurlar genellikle yatar seyretti ve büyümenin önünde bir engel oluşturmadı.

Son dönem büyümesini ”parlatan” bir diğer olgu da, bu yıl devreye sokulan Kredi Garanti Fonu (KGF) oldu. 220 milyar ₺’ya ulaşan KGF sayesinde son üç aylık banka kredileri, 2016’nın üçüncü çeyreğine göre yüzde 24 oranında arttı. Bu gelişmenin bir izini de, bankalarda yüzde 35 oranında artış gösteren döviz cinsi mevduat hesaplarında görmekteyiz.

Diğer yandan, 2017 yılında kamu harcamaları hızlı bir biçimde arttı. Referandum döneminde başlayan artışlar, referandum sonrasında da sürdü. Bunun yanında vergilerde geçici sürelerle indirimler yapıldı, sosyal güvenlik prim ödemelerinin tahsilâtı ötelendi. 2016 yılının tamamında 29,5 milyar TL açık veren merkezi bütçe, 2017 yılının ilk on ayında 35 milyar TL açık verdi. (Açığın ulusal gelire oranı, yüzde 1’den neredeyse 2’ye çıktı)

2016 yılında cari açığın GSYİH’ya oranı yüzde 3,8 iken, bu yılın ilk on ayı itibariyle anılan oran yüzde 4,9’a yükseldi. Diğer bir anlatımla ülke, bütçe açığı ve cari açık eşliğinde büyüdü. Doğaldır ki böylesi bir büyüme tercihi ile merkezi yönetimin, geçen haftaki yazımızda da belirttiğimiz gibi, “enflâsyona rağmen büyümeyi” yeğlediği anlaşılmaktadır.

Her türlü pompalamaya ve parlatmaya karşın ülkede yaşayanların (hissedebildikleri bir refah artışının olmaması, kapanan işyerleri, yükselen enflâsyon, düşmeyen işsizlik, kentsel dönüşümde yaşanan tıkanıklık gibi) gözleyemedikleri bir ekonomik büyümenin açıklaması ve kabulü çok zor olduğunu teslim etmeliyiz. Bunun içindir ki açıklanan oran, bazı kalemlerce “hormonlu”, “spekülatif” veya “yapay” olarak nitelenmektedir. Belki de tüm bu örtülü veya açık sorunlar, önümüzdeki dönemlerde “büyümeden fedakârlığı” gerektirecek.

Özün özü: Ekonomi hikâye edilmez, yaşanır.

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

İç Borç Yükü Batağı

Türkiye Hazinesi görülmemiş bir hız ile borçlanırken, son 3 yıldır sadece yurt dışı piyasalardan değil, “yurt içi piyasalardan da döviz...

Comments


bottom of page