top of page

ABD’nin Doğu Asya Politikasında Yeni Yaklaşımlar

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Kasım 2011 tarihli Foreign Policy’de yayınlanan(1) “America’s Pasific Century” başlıklı, Birleşik Devletler’in bundan sonraki ilgisinin Afganistan veya Irak değil, uluslararası politikanın da tercihine koşut olarak Asya olacağını açıklayan ve bize göre yeni yol haritasının beklenen(2) işaretlerini veren yazısını başlangıç olarak kabul edebiliriz.Keza, yukarıdaki, bir tür “dış politika deklarasyonu” olarak niteleyebileceğimiz yazının akabinde, Fransız akademisyen diplomatlarından Pierre Buhler’in 24 Kasım 2011 tarihli International Herald Tribune’de yayınlanan(3) “Whose Century, The 21st?” başlıklı makalesinde belirttiği yaşanan ve beklenen değişimleri, Clinton’un yukarıda anılan yazısındaki konuları irdelemek anlamında değerlendirebiliriz.

21. yüzyılda özellikle ABD cephesinde yaşanan değişim ve beklentiler, anılan değişimin kısa dönemde uluslararası ilişkilere olası etkilerinin kabaca ipuçlarını yakalamayı hedeflediğimiz aşağıdaki çalışmanın başlangıç noktası Hillary Clinton’un anılan açıklaması olmuştur. Ayrıca, yaşadığımız küresel ekonomik krizdeki gelişimler ve küreselleşme kulvarında gözlenenler, son dönem yazı ve çalışmalardaki değerlendirilmeler ile de desteklenmeye çalışılmıştır.

İşbirliği ve Örgütlenmelerde Yaşananların Gösterdikleri

Pierre Buhler tarafından “küresel gücün yeni halkası” olarak nitelenen,(4) 2008 ekonomik krizi sonrası etkinliği artan G20 Platformu(5) dünya nüfusunun %67’sini, küresel üretimin %90’ını, AB içi ticaret dâhil dünya ticaretinin %85’ini temsil etmektedir. Avrupa liderleri ve G20 Platformu Avro bölgesindeki krizi çözme amacıyla bir araya geldikleri çeşitli zirveler düzenlemiştir. Bunun dışında, Büyük Okyanus’a kıyısı olan 21 ülkenin üyeliği ile oluşan Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (APEC) en son 13 Eylül 2011 günü Başkan Obama’nın ev sahipliğinde Havai’de toplanması ve Endonezya’da toplanan Doğu Asya Zirvesi’nin (EAS) 20 Kasım 2011 günü yaptığı toplantıya Obama dâhil 18 ülke liderinin katılması örgütlenme, işbirliği ve katılımcılık konusunda alınan mesafeyi göstermektedir.

Anılan toplantıların yukarıda belirtilen parametrelere göre öneminin dışında, katılımcıların ortaya koyduğu manzara, 2000’lerin başından bu yana izlendiği gibi, dünya ekonomisindeki “çekim merkezi” gerçeğinin ne kadar değişip Doğu’ya, Asya’ya, kaydığını yadsınamaz bir gerçek olarak gözler önüne sermektedir.

Doğu Asya’nın Öne Çıkması

Dünya nüfusun %60’ının Asya’da, %37’sinin Çin ve Hindistan’da yaşıyor olması büyümenin lokomotifi olan “tüketim” olgusu yönünden bölgenin önemi ortaya çıkmaktadır. Anılan bu demografik devlerin, dünya ekonomisinin büyüme motorlarına entegre edilmesinin gerekliliği aşikardır. Bu dönüşüm, yapılan ve giderek artırılacak eğitim, sağlık ve alt yapı alanlarındaki yatırımlarla Asya’nın bu gelişen pazarlarında yaşayanlar daha çok tüketecektir. Meral Tamer’in de belirttiği gibi,(6) 2010’da yaklaşık 60 trilyon Amerikan Doları olan dünya GSYH’nın 2020 yılında %50 artışla 90 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. Bu artışın yarısının ise yükselen pazarlarda gerçekleşeceği göz önüne alındığında, genel sorunun “yeni tüketiciler yaratmak” olan ve bunu yaşamakta olduğu son ekonomik krizde daha iyi gören dünya ekonomi devlerinin en önemli sorunu bu dönüşümü hayata geçirebilmektir. Bunun yolu da kesinlikle Asya kıtasında tüketimi artırmaktan geçmektedir.

25-29 Ocak 2012’de yapılan Davos Dünya Ekonomik Forum toplantısına katılan Endonezya Turizm ve Yaratıcı Ekonomi Bakanı M. Elka Pangestu, her gün bin Çinlinin orta sınıfa geçerek “tüketici kimliği” kazandığına dikkat çektikten sonra, önümüzdeki dönemde Afrika da dâhil yaratılacak 4,6 milyar “yeni orta sınıf”ın %66’sının Asyalı olacağını söylemektedir.(7) Kısaca, dünya ekonomi sistemi bu yeni tüketicilere, hem demografik üstünlük hem de tüketim açlığı faktörleri nedeniyle Asya ve özellikle Doğu Asya’yı işaret etmektedir. Bu bağlamda, anılan ülkelerde başlamış bulunan bu yöndeki eğitim sistemi, ar-ge ve yatırım-iş teşvikleri hızla devam etmekte, bunun yanında, dünya devlerinin bu alanlardaki ve bu ülkelere yönelik programları giderek hız kazanmaktadır.

ABD’nin Asya’ya Yönelik Dış Politikasındaki Değişim

ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton’ın Kasım 2011 tarihli Foreign Policy’de yayınlanan “America’s Pasific Century” başlıklı, Birleşik Devletler’in bundan sonraki ilgisinin Afganistan veya Irak değil, uluslararası politikanın dizayn edileceği “Asya” olacağını ve ABD’nin de bu hareketin merkezinde bulunacağını açıklayan yazısını (dış politika deklarasyonu da diyebiliriz), Obama yönetiminin Asya’daki mevcut meydan okumalara ve fırsatlara dikkat çekmek için istekli olduğu; sadece Doğu Asya Zirvesi’nde koltuk kazanmakla kalmayıp, Asya’ya yönelik dış politikasına yeniden yön verme olarak değerlendirebiliriz.

11 Eylül 2001 sonrasında “küresel terörle mücadele”, bölgesel ve küresel güvenliğin sağlanması, bölgede demokrasi ve refahın geliştirilmesi, bölgedeki zengin enerji kaynaklarına ulaşma gibi amaçların yanında, tek kutuplu bir görünüm sergileyen Soğuk Savaş sonrası küresel güç dengesinde, kendisine rakip konumuna yükselen Çin’in çevrelenmesine kadar bir çok “örtülü stratejik hedefi” olan ABD’nin bu konumunu 17 Eylül 2002’de yayınlanan “Amerika Birleşik Devletleri’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi” (UGS) belgesi açıkça ortaya koymuştu.(6) 11 Eylül 2001sonrası ABD’nin askeri olarak Orta Asya’ya yerleşmesiyle, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasından itibaren Rusya ve Çin nüfuz alanındaki bölgeye üçüncü bir büyük güç daha girmiş olmaktaydı. Yine bu dönemde, aktif bir oyuncu ve Çin’in yükselişine karşı “risklerden korunma (hedge)” gereksinimi içinde olan ABD, bu ihtiyacını bölge ülkelerinin yenilikçi ve işbirlikçi bir ortağı olarak öne çıkarak gidermiştir. Diğer yandan, ABD açısından bakıldığında, bölge ülkeleriyle çeşitli seviyelerde kurulan bu ilişkiler, yükselen Çin’in bölgedeki Amerikan çıkarları aleyhine yaratabileceği ekonomik, askeri ve politik etkilere karşı “risklerden koruma” görevi yapmıştı.(6)

Mayıs 2010’da açıklanan Obama dönemi UGS, askeri müdahale yerine diplomasi ve uzlaşıyı ön plana çıkarmakta, ekonomik ve ticari baskı veya sınırlamalarla barışçıl çözüm arayışını yöntem olarak benimsemektedir.(7) Ayrıca, Başkan Obama Kahire Üniversitesi’ndeki konuşmasında verdiği mesajlarla terör ve İslam konusundaki kavram karışıklığına da değinerek ABD’nin bakışını paylaşmıştır.

Hillary Clinton’ın anılan yazısındaki deklarasyonu ile Atlantik yüzyılı olarak kabul edilen 20. yüzyıl tümüyle sona ermekte,(8) 21. yüzyıl ise ABD Dışişleri Bakanı tarafından “Amerika’nın Pasifik yüzyılı” olarak duyurulmaktadır. Aynı yazıda, ABD’nin liderlik, çıkarlarının güvenliği, sahip olduğu değerlerin geliştirilmesi parametrelerinde en uygun pozisyonda olması zorunluluğu vurgulanmaktadır. Yazısının devamında, bu hedeflere ulaşmak için de “diplomasi”, “ekonomi” konularına; Pasifik ve Hint Okyanuslarına (dünya nüfusunun yarısını ve Çin, Hindistan ve Endonezya gibi, global ekonominin “anahtar motorları”nı barındıran) odaklanılması gerektiğini söylemektedir. Asya ülkelerinin sahip olduğu büyüme ve dinamizm potansiyelleri ve bunun Amerikan’ın ekonomik ve stratejik çıkarlarına olası katkılarına ve bunların Başkan Obama’nın önceliği olduğuna da ayrıca dikkat çekilmektedir.

Clinton, bölgedeki müttefikler Japonya, G. Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland’ın, Birleşik Devletler’in Pasifik-Asya ilgisi için kaldıraç olduğunu, ABD’nin ise bu ülkelere savunma, temel hedefleri konusunda işbirliği sağlaması ve oralardaki fırsat ve tehditler konusunda “çevik” ve “çabuk uyum sağlama” durumunda olmak gerekliliğini belirtmektedir. Ayrıca, Çin, Hindistan ve Endonezya’nın yanı sıra, Singapur, Yeni Zelanda, Moğolistan, Malezya, Vietnam, Brunei ülkeleri ve ASEAN ve APEC örgütleri de, işbirliği arttırılacaklar arasında sayılmaktadır.

Söz konusu yazıda ayrıca, ABD dış politikasının, yeni küresel gerçeklerin merkezi (ekseni) olma ihtiyacından, “mevcut liderliğini yenileme”ye doğru dönüşüm geçirmesi gereksiniminden, kaynakların kıt olduğu günümüz koşullarında geri dönüşü en yüksek olan alanlara akıllıca yatırım yapılması zorunluluğundan bahsedilmektedir. Sayılan tüm bu gerçeklerin, “Asya-Pasifik’in niçin ABD için 21. yüzyıl fırsatı olduğu” sorusunun yalın bir yanıtı olduğu açıklanmaktadır.

Küresel ekonominin büyümesi ve geçirmekte olduğu ekonomik krizi atlatabilmesi her şeyden önce barışçı bir ortama, gelir dağılımı dengesizliğinin giderilmesine, yoksul sınıftan “orta sınıf”a yeni tüketicilerin transfer olmasına, sermaye birikimi ve tasarrufların Doğu ve Batı arasında, ekonomi dişlilerini yeniden çalışır hale getirecek ve dengeleyecek şekilde dağılmasına bağlı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Sonuçta dünya, önümüzdeki günlerde, özellikle Asya ülkelerinde orta sınıfa geçerek yeni tüketici kimliği kazanacak olan kitleye güvenmektedir. Bu bağlamda, ABD Dışişleri Bakanı’nın yukarıda özetlemeye çalıştığımız deklarasyonunun anılan gerçeklerin farkındalığını yansıttığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, Arap baharı veya demokratikleşme olarak nitelenen Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan son gelişmeler ve dönüşümlerin, orta vadeli bir gelecek sonrası “yeni tüketiciler” yaratacağını ve bu olgunun, önceki paragrafta belirttiğimiz küresel beklentiye katkıda bulunacağını söyleyebiliriz.

Sonuç

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Kasım 2011 tarihli Foreign Policy’de, Amerika’nın Pasifik Yüzyılı başlığı ile yayınlanan yazısını Birleşik Devletler’in bundan sonraki ilgisinin Afganistan veya Irak değil, Asya olacağını açıklayan ve bize göre yeni yol haritasının beklenen işaretlerini veren bir başlangıç/kilometre taşı olarak kabul edebiliriz. Son açıklanan UGS ile birlikte Mayıs 2010’da açıklanan Obama döneminin askeri müdahale yerine diplomasi ve uzlaşıyı ön plana çıkarması, ekonomik ve ticari baskı veya sınırlamalarla barışçıl çözüm arayışını yöntem olarak benimsediğini belirtmek mümkündür.

Çin’in yükselişini dengeleme konusunda endişeler yaşayan Asya ülkelerinin desteği ile ABD’nin Pasifik-Asya bölgesinde belirlediği stratejiyi hayata geçirebileceğini; bunun Çin ve Hindistan için tehditlerden daha çok ekonomik, askeri ve politik fırsatlar getireceğini; bu bölgedeki yükselen ekonomilere entegrasyon ve refahtan pay alma fırsatları sunacağını düşünüyoruz.

Sonnotlar:

(1) http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/10/11/americas_pacific_century (16.01.2012) (2) Bu konudaki beklenti ve öngörülerle ilgili daha kapsamlı bilgi için: A. Ersin Dedekoca, Ekonomi-Politik Pencereden ABD-Çin İlişkileri, Eski Dünyaya Yeni Düzen, Ankara, Barış Yayınları, 2011 (3) Pierre Buhler, “Whose Century,the 21st?”, International Herald Tribune, 24.11.2011 http://www.nytimes.com/2011/11/25/opinion/whose-century-the-21st.html_r=1 (19.01.2012) (4) Buhler, agm. (5) Dominic Wilson& Roopa Purushothaman, Dreaming with Brics:The Path to 2050, Goldman Sachs, 1st October 2003, http://antonioguilherme.web.br.com/antigos/brics.pdf, (24.05.2011) (6) Robert Sutter, “The United States in Asia”, David Shambaugh and Michael Yahuda (Ed.), International Relasions of Asia, Lanham: Rowman&Littlefield Publishers, 2008, s.24-29 (7) http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/rss_viewer/national_security_strategy.pdf (9.11.2011); Obama’nın UGS için daha fazla bilgi: Aslıhan P.Turan, “ABD’nin Yeni Ulusal Stratejisi ve Türkiye’ye Olası Etkileri”, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=690:abd-yeni-ulusal-guevenlik-stratejisi-ve- tuerkiyeye-olas-etkileri&catid=98:analizler-abd&Itemid=135 (21.12.2011) (8) Buhler, agm.

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page