Ağustos ayının son günü, yazıyı hazırladığımız saatlerde sona ermek üzereydi. Uzun bayram tatili bitti, okula dönüş başladı. Kentler, hafta başından bu yana eski hızına döndü. Böylesi bir zaman dilimi içinde olmamız, bu yazımızı, ülke ekonomi yönetiminin bu güne kadar, yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin tansiyonunun düşürülmesi anlamında neler yaptığı; Eylül Ayı itibariyle ülke ekonomisini neyin beklediği konusuna ayırdık. Zaten bu sorular, herkesi kara kara düşündüren, geleceğe endişeli bakmalarına neden olan nitelikler taşımaktadır.
Yaşanan Krizin Etkilerinin Görüldüğü Olgular ve Yol Açan Başat Faktörler
Ülkede yaşanan krizin ekonomik başlıklarını:
Enflâsyondaki hızlı tırmanış, yabancı paralar karşısında Türk Lirası (TLY) değerindeki erime, hızla yükselen faiz oranları, çift haneli işsizlik, kredi borçlarını geri ödeyemeyen bireyler ve şirketler, giderek düşen ekonomiye ve geleceğe güven, durgunluk hatta stagflâsyon beklentisi,
olarak sıralayabiliriz.
Yukarıda sıraladığımız ekonomik sıkıntıları yaşanmasına yol açan faktörleri de:
Sınırlı kaynakların kullanımında “katma değer yaratma” ilkesinden uzaklaşılarak, “borç ve inşaat güdümlü büyümeye” yönelik “kısa vadeli” iktisadi uygulamalar; kurumsallaşmanın geri plâna atılması; bağımsızlığını yitiren TCMB’nın elindeki para politikası araçlarını zamanında ve yeterli oranda uygulamaması; yönetim sisteminde “kuvvetler ayrılığı” ve “hukukun üstünlüğü” prensiplerinden vazgeçilmesi, “iç politika-ekonomik kararlar-dış politika” iç içeliğinin yaygınlaşması; sanayisizleşme; aşırı dış borç ve dışa bağımlı üretim yapısı ile ekonomide bağımsızlığın yitirilmesi; kamu harcamalarındaki savurganlık, eğitimde nitelik düşüklüğü ve sosyal kutuplaşma/gerginlik,
başlıklarında toplayabiliriz.
Krizin Etkilerini Azaltmaya Yönelik Alınan Önlemler
Ağustos Ayı boyunca, söz konusu krizin etkilerini azaltma ve sıcaklığı düşürme anlamında merkezi yönetimce alınan önlemleri aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), yurt içi bankaların TLY verip döviz aldıkları swap ve benzeri işlemlerin toplamının, ilgili bankanın, önce öz kaynaklarının yüzde 50’sini (13 Ağustos), sonrasında da yüzde 25’ini geçemeyeceğini karara bağladı.
Bankaların yurtdışı yerleşiklerle yaptıkları bir bacağı döviz, diğer bacağı TL olan para swaplarından, işlemin başlangıç tarihinde, spotta yurtiçi bankaların TL verip döviz aldıkları swap işlemlerini sınırlamaya yönelik bu karar doğruydu. Bilindiği gibi bu yolla bankalar, mudilerinin DTH’na “daha yüksek faiz” ve/veya “örtülü TLY kredi” vermiş oluyorlardı. Ancak kararın “geç” ve etki derecesinin “düşük” olması nedeniyle, TLY değerinde düşüşü önleyici yönde işlevsiz kaldı.
BDDK daha sonra, yukarıda belirtilen sınırlama kapsamına, bankaların vadede TL alım yönünde gerçekleştirecekleri forward, opsiyon gibi, swap dışındaki türev işlemlerini de dahil etti.
TCMB’nın 14 Ağustos 2018 tarih ve 2018/16 sayılı Tebliğ’i ile, Türk Lirası mevduattaki zorunlu karşılık oranları, tüm vade dilimlerinde 250 baz puan aşağı çekilirken; yabancı para cinsi diğer yükümlülükler (DTH) için de, her vade diliminde zorunlu karşılık oranları 400’er baz puan indirildi. Keza TCMB’dan yapılan açıklamada, bankaların Türk Lirası işlemleri için teminat olarak kullanabilecekleri “döviz depo limitlerinin” 7,2 milyardan 20 milyar Euro’ya çıkartıldığı açıklandı.
BDDK, tüketici kredilerinin vadesine 36 ay, kredi kartında taksit sayısına 12 ay sınırı getirip; kredilere yeniden yapılandırma imkanı sağlayan yönetmelikleri yayınladı (15 Ağustos).
Anılan yönetmeliğe göre, şirketlerin finansal sektöre olan borçlarının yeniden yapılandırılmasının kapsamı, “çerçeve anlaşmaları” ile belirlenecektir. Borçlarını geri ödeme kabiliyeti kazanamayacağı düşünülen şirketler, yapılandırma kapsamına alınmayacaktır. Çerçeve anlaşmaları, kredi borçlarının vadesinin uzatılması, borçlulara ek kredi verilmesi, kredilerin yenilemesi, anapara-faiz alacağının indirilmesi veya bunlardan vazgeçilmesi gibi tedbirleri içerebilecektir. Keza, ana para, faiz veya kâr payı alacaklarını, kısmen veya tamamen iştirake çevirmek, devralmak, tasfiye etmek ve satmak da, çerçeve anlaşma ile alınabilecek önlemler arasında yer almaktadır.
2001 finansal kriz sonrasında 11 Nisan 2002’de yürürlüğe giren “Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşmalarının Onaylanması, Kabulü ve Uygulanmasına İlişkin Genel Şartlar Hakkında Yönetmelik” koşullarını anımsatan söz konusu “yeniden yapılandırmaya”, elinde olmayan nedenlerle ve hatalı hükümet politikaları ve uygulamaları yüzünden ülke ekonomisinde yaşanan kriz nedeniyle sıkıntıya düşen ticari kuruluşların gerçekten ihtiyacı vardı.
TCMB tarafından 30 Ağustos’ta yapılan açıklamada, TCMB bünyesinde gerçekleştirilen TLY uzlaşmalı “vadeli döviz satım ihalelerinin” yanı sıra, Borsa İstanbul (BİST) nezdinde faaliyet gösteren “Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasası’nda (VİOP) da işlem gerçekleştirebileceğini bildirdi. TCMB’nın bu konudaki son atağı da, TCMB’nın kendi bünyesinde “döviz karşılığı TLY swap” piyasasını açtığını duyurması oldu.
Faiz gelirlerindeki Gelir Vergisi stopaj oranlarının, TLY cinsi mevduatta düşürülmesi, DTH’da arttırılması yönündeki 53 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 31 Ağustos’ta yayınlandı. Bu uygulamanın amacı, mevduatların TL’de kalmasını ve döviz hesaplarında bulunan dövizlerin, yüksek vergi oranı caydırıcılığı ile TL’ye dönüşümünü hızlandırmak olduğu çok açıktır. Ancak, DTH’larındaki faiz elâstikiyetinin TLY cinsi hesaplara göre düşük olması, ayrıca DTH mudilerinin bir kısmının “faizi haram gören” inancı temsil etmeleri nedenleriyle arzulanan sonucu vermeyeceğini düşünüyoruz.
Vergi stopaj oranlarında yapılan bu değişiklikler hakkında yükselen endişelerin başat olanlarını da, kararın “vergi adaletine” uygun olmadığı, vergi gelirlerini düşüreceği ve DTH’nın yastık altına kaçacağı başlıklarında toplayabiliriz.
Krizi önlemeye veya geriletmeye yönelik yukarıda özetlenen kararların bir bütün olarak ve tek bir defada yürürlüğe girmemiş, parçalı ve deneme-yanılma yöntemi ile parça parça devreye alınmıştır. Tercih edilen bu yöntem bizce, anılan tedbirlerin “marjinal etkisini azaltmış” ve şimdilik etkin bir sonuç alınamamış görünmektedir. Keza sorun, tümüyle “yapısal” ve “güven ile ilgili” olup, palyatif önlemlerle giderilemeyecek kadar derindir.
Krizin Eylül Ayında Yaşanacak Sonuçları
Sonuçlara dünya ile ilgili “genel” ve Türkiye ile ilgili “özel” olarak baktığımızda, konuyu aşağıdaki başlıklarda toplamak faydalı olacaktır.
Genel Global Eğilim
Bir diğer anlatımla, yani Türkiye krizde olmasaydı da etkilenecek olduğu gelişmelere baktığımızda gördüklerimizi aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
Fed’in gerçekleşen ve beklenen faiz artışı öncülüğünde, “sıcak para” dediğimiz ve bir süredir gelişmekte olan ekonomilere “park etmiş” olan kısa vadeli finans yatırımlarının, bu kez kapitalizmin “gelişmiş mecralarına” dönüş eğilimi içinde olması, Türkiye’den sıcak para çıkışının süreceğine işaret etmektedir.
Diğer yandan, Trump’ın, artık “macera” olarak görülmemesi gereken “korumacılığa dönük” hamleleri, tüm boyutlarıyla devam etmektedir. Geçen hafta Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) rafa kaldırarak, Meksika ile “ikili ticaret anlaşması” imzalayan Trump’ın, Kanada ile de farklı bir ikili anlaşmaya gitmesi beklenmektedir.
ABD’nin Çin ile sürdürülen “ticaret savaşları” hız kesmezken, Trump’ın Rusya ve en nihayetinde Türkiye’ye karşı izlediği “yaptırımlar” içeren tutumu, küresel ticaret faaliyetlerinin, özellikle Türkiye gibi “gelişmekte olan ülkelere de odaklanacağı” öngörüsünü gündeme getirmektedir. Türkiye’nin dış dünya ile giderek bozulan ilişkilerinin, ekonomideki kriz dinamiklerini daha da hızlandıracağı ortada dururken, AB’nin ılımlı tavrının Türkiye’nin işine ne kadar yarayacağı da, şu anda “bilinmezlik” niteliği taşımaktadır. Üstelik bu ılımlı açıklamaların, mülteciler ve AB bankalarına olan borçlar gibi beklentiler karşılığında yapıldığını da gözden uzak tutmamak gerekir.
Yükselen Enflâsyon
Yukarıda tanımlamaya çalıştığımız ”global kaotik atmosfere” Türkiye, tüm hızıyla yaşadığı ekonomik kriz eşliğinde girmektedir. Yapısal kırılganlıkların başat nedeni olduğu TLY’de yaşanan değer kaybının, kısa vadeli ve “sistematik içinde olmayan çözümlerle” önüne geçilemeyeceğini artık net olarak tüm çevrelerce anlaşılmıştır.
Amerikan Doları’na karşı 1 ve 3 ayda sırasıyla yüzde 32 ve 44, yılbaşından bu yana da yüzde 73 değer yitiren TLY’ındaki bu erimenin enflasyona yansımasını, bundan böyle ne yazık ki daha fazla göreceğiz. En azından Ağustos ayında yaşanan erimenin enflâsyona bir etkisi kısa sürede hissedilecektir. Yine Ağustos ayında, enerji başta olmak üzere, peş peşe zamlar yapıldı. Bunun da sonuçları yine enflâsyonda izlenecektir. Kaldı ki şimdiden akaryakıt, doğalgaz, elektrik, ekmek, süt, havyan yemi vb. birçok madde zamlandı bile. Tabii ki bu zam zincirinin en yıkıcı etkisi dar gelirliler üzerinde hissedilecektir.
Mevcut İşsizliğin Taçlanması!
Türkiye’nin en sıkıntılı problemlerinden birisi de, uzun bir süredir azaltılamayan işsizlik gerçeğidir. “Sanayisizleşme”, dışa bağımlı üretim yapısı, tarımın küçülmesi sonucu artan ve kriz dönemlerinde bir anda yukarı yönde sıçrama gösteren bu olgu, zaten hâlihazırda oldukça yüksektir. Diğer yandan yaşanan kriz nedeniyle bu konudaki beklentiler giderek karamsar hale gelmektedir.
Finans dışı firmaların “net döviz pozisyon açığı” günümüzde 217 milyar $ civarındadır. Bu rakam, $/TRY kurunun 2,30 olduğu 2015 yılında 180 milyar $’a yakındı. Daha geri gidersek, 2006 yılında 50 milyar $, 2002 yılında ise 7 milyar $’a yakın olan reel sektör net döviz açığının ve bugünkü finansman sorunlarının işsizlik üzerinde ağır bir baskı oluşturacağı açıktır. Bu baskıyı, “kredilerde yenilen yapılandırma” konusunda başı çeken ülkenin en büyük reel sektör firmalarının durumu teyit etmektedir.
Sözün kısası, çok genel olarak bakıldığında bile tabloda olumlu bir şey gözükmüyor. Gönül isterdi ki ekonomik başarı öykülerimiz olsun da yazalım, ama durum maalesef bu. Pahalılık, işsizlik, kemer sıkma gibi, tüm “yoksulluğa yelken açan faktörler” kapıdadır.
Ancak yine de, rahmetli Çetin Altan’ın deyimi ile “enseyi karartmadan” gelecek olanı görmenin, aynı zamanda hazırlıklı olmayı sağladığını ve çözümü hızlandırdığını unutmamak gerekiyor. Bu bağlamda, çözüm yönündeki kararların, yapısal reformları içermesi, tüm kesimlerin fikir ve taleplerini ihtiva etmesi ve “popülizmden uzak durulması” önem kazanmaktadır.
Özün Özü: Artık yeni şeyler söylemek zamanıdır cancağızım..
Yorumlar